Bir ay, belki daha önce talep edip gün almıştık İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’den gerçek izmir olarak. Bir hafta sonra dolacak bir yılın muhasebesini, yaptıklarını, yapamadıklarını, heybesinde birikenleri ve daha bunun gibi daha neleri konuşacaktık.
“Hayat, siz planlar yaparken gülendir” demiş ya, John Lennon. Bence bu günlerde gülmek ne kelime, çıngıraklı kahkahalar atıyordur herhalde… Sağlam bir kazık yedik hayattan zira, her sahada, her anlamda…
Dolayısıyla çok önceden tarihi belirlenmiş bu röportaj da geçmiş ve gelecek adına değil, ‘şu an’ olarak yapıldı. Dünyanın yaşadığı Korona virüs afetinin İzmir ölçeğindeki etkileri, yaptırımları, yapılacakları adına…
Sadece bize değil, tüm kamuoyu adına ‘bir yıllık belediye hizmetlerini’ geniş bir katılımla yapmaya planlanan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da katılmaya söz verdiği bir organizasyon için hazırlanan Başkan Soyer de kendini bir anda, az sonra söyleşide açacağı ‘kriz belediyeciliği’ ile karşı karşıya buldu.
‘Büyük makamların sorumluluğu da büyük olur’dan yola çıkarak, elimiz elverdiği, dilimiz yettiğince bunu, kriz belediyeciliğini konuştuk kendisiyle bir yılın muhasebesi yerine.
“Bunlar geçtikten sonra ‘koronavirüs günlerinde başkan olmak’ başlığıyla geçmişi ve geleceği, umutlarımızı, kalben dilerim ki bu krizdeki başarılarınızı konuşuruz sizinle’ dileğiyle; ‘İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak geçmişin ve geleceğin muhasebesini yapmak” notunu da düşerek…
GÖNÜL SOYOĞUL: Ruh hallerimiz hepimizin benzer… Kimimiz ifade edebiliyor, kimimiz içinde biriktiriyor. Sizi nasıl etkiliyor? Ne hissediyorsunuz bu hiç beklemediğimiz biçimde karşılaştığımız afetten?
TUNÇ SOYER: Çok etkiliyor. Gerçekten çok büyük bir felaketle karşı karşıyayız ve bu felaket ne kadar çok insanı içine çekecek, ne kadar çok canımız acıyacak daha bilmiyoruz… Sadece dünyaya bakarak gördüğümüz şey; büyüyecek, acılar da büyüyecek ama daha da vahimi dünya başka bir dünya olmaya başlayacak. İnsanlığın bu kainatta biriktirdiği erdemler, yani dayanışma yani adalet, yani özgürlük, yani eşitlik… Tüm bunlar insanın kendi içine kapanması, ülkelerin kendi içine kapanması, mahallelerin, kentlerin kendi içine kapanması nedeniyle kaybolup gidecek diye korkuyorum!
İnsanlık adına uzun süredir duyduğumuz kaygılar var zaten, daha mı kötüye gidecek yani?
TUNÇ SOYER: Bu değerler kaybolacak! Bu değerler bizi biz yapan şeylerdi. Ama bu değerler kaybolacak. Mesela kabuğun içine kapanmanın getireceği şey milliyetçiliğin yükselmesi… İnsanın kabuğunun içine kapanması demek dışarıyla bağının kopması demek… Bunlar, bizim biriktirdiğimiz erdemlerin sorgulanmasını ve bunlardan uzaklaşılmasını getirecek. Yani yeni bir dünya kuruluyor ve bu dünya biz doğru dürüst müdahil olmazsak, hepimizin çok daha acı çekeceği bir dünyaya dönüşebilir! Beni asıl kaygılandıran şey bu… Yani bugün yaşayacağımız somut acılardan daha da vahimi, geleceğe dair kaygılar… Bu röportajın sınırları içine ne kadar girer bilemiyorum ama gece yattığımda asıl uykumu kaçıran şey bu! Bizim dayanışmayı, mahalle dayanışmasını, kent dayanışmasını, uluslar arası dayanışmayı, insanların birbiriyle dayanışmasını tekrar bir biçimde hatırlatmamız lazım! Biz İzmir özelinde bununla ilgili bir şey başlatacağız. Dayanışmayı başlatacağız. İki bacaklı bir dayanışma ağı olacak. Bir tanesi; 3 hafta sonrasına, 2 ay sonrasına hazırlık bağlamında… Yani sokağa çıkma yasağı geldiğinde, insanlar alışveriş yapamaz hale geldiğinde biz bunu nasıl çözeceğiz kent olarak… Onun için gıda paketleri ve temizlik malzemesinden oluşan paketler hazırlamaya başladık.
Parası olup da sanal marketlerden, açık olan yerlerden alışverişini yapabilenler var. Bir de; hiç para olmayan, cebinde 5 kuruş kalmayanlar… Onlar için mi bu paketler? Paketin içini açalım mı?
TUNÇ SOYER: Mesela boyoz ve gevrek satanlar, bunlar o kadar büyük bir sıkıntı içindeler ki… Adam 100 tane gevrek satacak da 10 kuruştan para biriktirecek de evine bir şey alacak. Bu adam şimdi gevrek satamıyor. Daha da zor duruma düşecek. Bununla ilgili de şöyle bir şey yapacağız; o gevrekçiler hangi fırından kaç gevrek alıyorduysa o gevreği biz alacağız. Ama o arkadaşımıza da onun kuryeliğini yaptıracağız. Yani diyelim ki Limontepe’ye 200 tane gevrek götürecek… Böyle şeylere kafa yoruyoruz. Bunlar henüz pişmedi, olgunlaşmadı ama bunları yapacağız. İki başlıkta bu gönüllülük meselesini canlandırmak istiyoruz İzmir’de… Birincisi parası olan ben 10 paket alıyorum desin, 500 paket alıyorum bin paket alıyorum desin, neyse o biz onları istifleyeceğiz ve ihtiyacı olanlara dağıtmaya başlayacağız. Birincisi bu! İkincisi; hizmet gönüllülüğü… Bir psikiyatrist arkadaşımız diyebilir ki ‘ben psikoterapi yapayım evde ihtiyacı olanlara’, diğeri diyebilir ki ‘benim berber dükkanım kapandı, ben berberlik hizmeti yapabilirim’, diğeri diyebilir ki ‘ben arabamla şoförlük yapabilirim’… Dolayısıyla ikinci başlığımız hizmet gönüllülüğü! Kim nerede ne hizmet üretmek istiyorsa, kendi birikimiyle deneyimiyle elindeki güçle, neyse… İkincisi de gönüllü hizmeti... Biz bu iki hizmet başlığını İzmirlilerle paylaşacağız. Biraz daha olgunlaştırıyoruz, bugün yarın paylaşacağız. Bahsettiğim gevrekçiler filan onun bir parçası… Çünkü özellikle sokakta 3 kuruş için araba gezdiren, seyyar satışla evine ekmek götürmeye çalışanlar var.
Aynı kaygıyı paylaşıyoruz. Günlük yevmiye ile belki de sadece bahşişle ayakta durmaya çalışmış, şimdi bundan da yoksun kalmış insanlar ne yapacaklar?
TUNÇ SOYER: Bunlara biz paket ulaştıracağız, 2 ay yetecek paket! Temizlik malzemesi, gıda malzemesi… Bunlardan oluşan 350-400 lira civarı bir paket… Böyle 10 bin, 20 bin paket… Gönüllü 1 yapıyorsa belediye de 1 yapacak. Gönüllü 10 yapıyorsa belediye de 10 yapacak, gönüllü 100 yapıyorsa belediyede 100 yapacak. Yani bizim gönüllülerimiz İzmir’de ne kadar elini taşın altına sokuyorsa, İzmir Büyükşehir Belediyesi de o kadar elini taşın altına sokacak! Biz belediyenin kaynağını gücünü bunun için seferber edeceğiz. O vale için, o simitçi için, o balon satıcısı için, o evine ekmek götüremeyen insanlar için bunu yapacağız! İzmir için dayanışma duygusunu, bir arada yaşamanın verdiği yaşam kültürünü ayakta tutmak için, bir seferberlik ilan edeceğiz.
Bu bir afet… Bir kriz merkezi kurdunuz mu? O kriz merkezinin başında kim var?
TUNÇ SOYER: Evet. Ben varım.
Elbette her işin başında siz varsınız da ben ekibi kast ediyorum.
TUNÇ SOYER: Bir bilimi kurulu oluşturmuştuk zaten. Bir de genel sekreter, genel sekreter yardımcıları, İZSU ve ESHOT genel müdürlerimiz, birkaç da danışmanın içinde yer aldığı bir ekibimiz var.
Kriz merkezi diyebilir miyiz buna?
TUNÇ SOYER: Evet. Bunlarla bugün son toplantımızı yaptık. Bundan sonra internet üzerinden toplantı yapmaya devam edeceğiz. Hepimizin bilgisayarına zoom ve skype kuruldu. Dolayısıyla biz düzenli olarak görüşmeye devam edeceğiz. Ama fiziken artık bir araya gelmeyeceğiz. Bugün benim son randevum bu… Bu akşam ilçe belediye başkanlarımızla bir toplantımız olacak, daha sonra internet aracılığıyla gerçekleştireceğiz toplantılarımızı.
Peki bütçe? Bu afet akılda olmayan ve planlanmayan büyük bir kalem gerektirecek. Bunu nasıl çözeceksiniz? Bunun için nasıl bir kaynak aktaracaksınız?
TUNÇ SOYER: Bizim için ‘kriz belediyeciliği’ diye bir dönem başladı. Artık bildiğimiz tüm belediyecilik hizmetlerini, kültürünü bir kenara bırakacağımız yepyeni bir dönem… Nedir bu yeni dönem? Birincisi; kurye, lojistik hizmetleri… Yani mesela, biz şimdiye kadar şu kadar bir haneye süt götürüyorduk, şimdi bunu değiştireceğiz. Artık gevrek, süt, gıda paketi, temizlik malzemeleri, neyse bunlar, bunları ulaştıracağımız bir yazılım oluşturuyoruz, bununla bir ağ oluşturacağız. Belediyeciliğin önceliği kurye hizmetleri, lojistik hizmetler, sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri ve dayanışma… Bu başlıklardan oluşan yeni bir belediyecilik dönemi başlıyor! Yoldu, köprüydü vs bunların hepsi arka plana kalacak. Biz önce İzmir’i yaşatmak istiyoruz! Eğer bir can daha az kaybolacaksa, bir insan daha az enfekte olacaksa buna konsantrasyonumuzu vereceğiz. Bütün hikaye bundan sonra; yaşatmak ve hayatı o değerleriyle sürdürmek olacak! Bizim önceliğimiz bu… Kriz belediyeciliğinden anladığımız da bu… Yani biz insanı yaşatmak üzere oturan yeni bir belediyecilik anlayışı başlatıyoruz!
Belediyede 30 bin çalışan var. Bunun bir kısmı izinli sayıldı, giderek artan iş yükünü nasıl aşacaksınız kalan personelle?
TUNÇ SOYER: Şuanda 5 bin civarında… 4 bin 900 küsurdu önceki gün… İzine çıkarmıştık zaten… Şimdi yeni bir genelgeyle evden çalışma sisteminin getirilmesiyle yaklaşık 10 bin civarında daha çalışanımızı izne çıkartıyoruz. Ama belediye çalışanları için de bir gönüllülük başlatacağız. Belediye çalışanlarımız her ne kadar bu yasal hakkı kullanma imkanına sahip olsa da, biz nasıl İzmirlileri dayanışmaya davet edeceğiz, belediye personelini de davet edeceğiz. Buradan ne kadar ne çıkacak bilmiyoruz. Hep beraber göreceğiz.
Devasa bir organizasyondan bahsediyorsunuz. Çok fazla insan gücüne ve emeğine ihtiyaç var. İzinlerle bunlar nasıl olacak?
TUNÇ SOYER: Doğru söylüyorsunuz. Ama bizim buna ket vurmamız mümkün değil. Bu yasal hakları… Ama biz vicdanlara hitap ederek, İzmirli olmak İzmirlilik duygusu ve düşüncesi çerçevesinde bir davet yapacağız. Ne kadarı gelirse… Özellikle bazı temel hizmet alanları var, yaşatmak üzerine görev yapan… Eşrefpaşa Hastanemizdeki sağlık görevlilerimiz, mezarlık hizmetlerinde çalışan arkadaşlarımız, dezenfeksiyon yapan arkadaşlarımız, bunlar sürekli salgınla burun buruna olan insanlar ve en çok onları korumamız kollamamız, motive etmemiz gerekiyor. Bugün yaptığımız o çağrının altında da bu düşünce vardı. Onlara seyyanen 500 lira bir ikramiye çıkardık. Bunun devamını da getireceğiz. Bu saydığım alanlarda, bir de huzurevlerinde çalışanlarımıza 500’er lira bir ikramiye çıkarttık bugün… İkinci etapta otobüs şoförlerimiz olacak, İZSU’da açma işi yapan personelimiz olacak, suyun kesintisiz açılmasını temin etmekte görevli arkadaşlarımız olacak ikinci grupta… Bu arkadaşlarımıza da, benzer bir prim ödemesi yapacağız. Yani biz bir yandan büyükşehir mekanizmasının sağlıklı yaşatmak üzerine özendirecek, teşvik edecek, motive edecek tedbirler alacağız. Bir yandan bonlarla bir araya geleceğim, yani onları bu konuda motive etmek için ben de üzerime ne düşüyorsa yapacağım.
Altını çizdiğiniz dayanışma zaten önemliydi ama yaşadığımız bu büyük felakette daha fazla önem kazandı. ‘Hiç kimse tek başına mutlu olamaz’ kuşağından biri olarak, ailemiz sağ ve sağlıklı olsa da yanıbaşımızda yaşanan acı ve kayıplara kayıtsız kalamayız. Aralarında benim de olduğum böyle düşünen insanlar İzmir Dayanışma Gönüllüleri diye bir topluluk kurdu ve İzmir Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde dayanışma ağı içinde hareket etmek isteğini deklare etti. Ne düşünüyorsunuz?
TUNÇ SOYER: Bu çok değerli bir adım, İzmir Dayanışma Gönüllüleri…. Çok önemli bir adım. Bunun içini doldurmak istiyoruz biz. Sizden sonra TMMOB İzmir Genel Sekreteri ile de buluşacağız. Onların da gönüllülük üzerinden ne yapabiliriz diye bir talepleri var. Sadece bunlar da değil. Biz, İzmir’de İzmir için gönüllülüğü canlandıracak ne gerekiyorsa yapacağız. Bizim aklımızda arkadaşlarımızla çalışarak şekillendirdiğimiz iki tane başlık var dediğim gibi… Bir tanesi parasıyla katkı vermek isteyenler… Yani bu 350 liralık paketten kaç tane yaptırabilirsin, kaç tane yaptırmak istiyorsan yaptır kardeşim diyenler. Biz bunu direkt yerine, adresine ulaştıracağız ve sana da bunun bilgisini vereceğiz. Senin verdiğin 10 paket şu şu şeylere gitmiştir diyeceğiz. Birincisi bu! İkincisi hizmet gönüllülüğü… Yani gönüllü olmak isteyen arkadaşımız çok ama biz onlara yol göstermek mecburiyetindeyiz.
Bunu nasıl ete kemiğe büründürüp nasıl somut bir katkıya dönüştüreceksiniz? Maharet burada.
TUNÇ SOYER: Onun için de önereceğimiz şey; o arkadaşlarımızla da toplantı yapıyoruz. Hizmet gönüllülüğü için… Yani sen kendi gücünle bugüne kadar biriktirdiklerinle insanlara nerede faydalı olabilirsin. Yani biri diyebilir ki ben arabamla sana lojistik destek vereyim, bineyim arabama ben de her gün gideyim, işte 2 saat… Bunların hepsinin tanımlamasını isteyeceğiz gönüllülerden… ‘Bugün aklıma esti gönüllü oldum, yarın yokum’ ile olmaz. Bunun eğitimini alacak, bunun gereken tedbirlerini alacak. Sağlık muayenesinden geçecek. Çünkü biz insanlarla buluşturacağız o gönüllüleri… O nedenle yani boğazı ağrıyan birini gönüllü yapamayız veya 3 gün sonra gelmeyecek birini gönüllü yapamayız. Dolayısıyla bunun kuralları olacak, bunun düzenlemesi olacak ve bu düzenlemeye bu kurallara uyanlarla yola çıkacağız! Bizim bulduğumuz çözüm bu… Hizmet Gönüllülüğü! Sen ne hizmet üretmek istiyorsan o hizmeti üret, biz sana bunu yolunu açacağız. Senin o hizmetin ihtiyaç duyan ile buluşacak. Bunu yapacağız. Onun için İzmir Gönüllüleri’nin o adımı çok kıymetli… Bunun artmasını istiyoruz. Biz de destek vereceğiz, duyurusuna biz de katılacağız. Ama burada önemli olan o kişilerin, imza atan veya ben gönüllü olmak istiyorum diyen kişilerin tanımlayacağımız çerçeve içinde hizmet üretmelerini mümkün kılmak… Bizim yapacağımız şey bu!
Varolan kaynaklarınızı artırmak için yurt dışı bağlantılarınızı da kullanmayı düşünüyor musunuz ya da o konuda var mı çalışmalarınız?
TUNÇ SOYER: Tabi… Şu anda dünyanın ihtiyaç duyduğu şey bu dayanışma aslında! Salgının yayıldığı birçok yerde bunun örneklerini görmek mümkün… Güzel örnekleri var. Bunlar yayılıyor. Biz de İzmir’de buna yeni bir ilham verici bir katkı yapmak istiyoruz! Bizim kadim kültürümüzden beslenen güçlü bir damarımız var çünkü… Bunu canlandırmak ve herkese hatırlatmak istiyoruz. Bizim lafımız vardır ya hani; ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ diye… Mesela ben buna çok inanıyorum! Hepimiz için böyle… Sizin de az önce söylediğiniz ‘benim ailem sağlıklı olabilir ama komşum sorun yaşıyorsa...’ Buna bizim vicdanımız el vermez! Biz bunu hatırlatmak istiyoruz, herkese hatırlatmak istiyoruz. Herkesin olabildiğince katkı vermesini istiyoruz. Kimi 1 paket yapabilir, 1 paket yapsın. Kimi hiç paket yapamayabilir ama diyebilir ki ‘ben berberim, ben gideyim evde ihtiyacı olan yaşlının bakımını yapayım’ neyse yani… Onlara da ihtiyaç var. Biz özetle gönüllülük ve dayanışma konusunu İzmir’de büyütmek istiyoruz. Bu hepimize moral motivasyon olacak. Birbirimiz için bir şey yaptığımızı görmek bize insanlığımızı hatırlatacak.
Canla başla fedakarlıkla çalışan doktorlarımıza, sağlık personelimize minnettarlığımızı hiç değilse alkışlarla gösterebildiğimiz için mutlu olmak gibi. Hükümetin bu konuda somut katkılar yapması isteğimiz/eleştirilerimiz baki elbet. Aldığınız, alacağınız başka tedbirler vardır, olacaktır, neler?
TUNÇ SOYER: AVM’lere yazı gönderdik, sabah… ‘Kapatın’ diye… Yasal olarak bizim yetkimizde olup olmadığı tartışmalı… Ama biz kapatın dedik. Kapatırlar, kapatmazlar, onların bileceği bir şey… Ama biz şunu zorlayacağız. Diyeceğiz ki; ‘kardeşim senin AVM’ne en çok 50 kişi girmeli, 100 kişi girmeli… Neyse… Bunu denetleyelim beraber. ‘İçeride 100 kişi varken yüz birinciyi almayalım’ gibi… Bir yandan da, dışarıda gıda satışını engelleyecek sert tedbirler uygulayacağız! Mesela sokağa yaymış, buna engel olacağız. Mesela bilim kurulundan bir fikir geldi; ekmeği poşette satmak. Çünkü en temel gıda ve korona bulaşmaması için… Şimdi bunu arkadaşlarımız Fırıncılar Odası başkanı ile görüşüyor. Gerekirse o poşetleri biz temin edeceğiz. Bir yandan hastalığın salgının yayılmaması için her türlü tedbiri, en sert bir biçimde almaya devam edeceğiz, bir taraftan dayanışmanın yayılması için mücadele edeceğiz! Bizim stratejimiz bu iki anan dalda yürüyecek. Bir tanesi hastalığın yayılmasını engelleyecek zecri tedbirler, katı tedbirler… Bunda boyumuzu da aşacağız! Umurumda değil yani! Ne gerekiyorsa onu yapmaya devam edeceğiz, gördüğümüz eksik hata ne varsa… İkincisi de herkesin bu hikayenin çözümüne katkı vermesi için desteğini isteyeceğiz. Bir can, bir candır! Yani bir hastalığı engelleyebiliyorsak, bir yayılmayı durdurabiliyorsak... Çünkü hepsi katlanarak büyüyor. Yeni canlar kurtaracağız! O nedenle buna konsantreyiz.
İzmir geçen yaz büyük bir orman yangını geçirdiğinde iş dünyasının kampanyaları oldu. Şimdi? Onlarla irtibatınız? Onların da bu dayanışma ağına katılacağını tahmin ediyorum ama… Ne düzeyde, ne yapacaksınız? Görüşmeleriniz sürüyor mu?
TUNÇ SOYER: Henüz öyle bir görüşme yapmadık ama hepsiyle yapacağız. Biz düzenli olarak görüşüyoruz onlarla zaten… Ama bugünün gündeminde onlara bu çağrıyı önce yapacağız. Yani Ticaret Odası, Sanayi odası, İhracatçı Birlikleri… Tüm bunlara duyuruyu yapacağız. Onların da her birinin kendi duyurularını yapmalarını isteyeceğiz. İşte bunun için zaman yetmiyor! Zamanı yetiştirmeye çalışıyoruz!
CHP Genel Merkezi’nin bu konuda bir örgütlenme, hep beraber hareket etme konusunda bir çalışması var mı? İstanbul Büyükşehir diyelim ki bir uygulama başlatıyor, sonra Mansur Yavaş diyor ki mesela; ‘ben bütün hurda satıcılarını yasakladım, onlara da yer gösteriyorum, burada kalsınlar.’ Bunlar hepsi beraber alınamaz mı en azından CHP’li belediyelerde? Diğer türlü ne oluyor; Ankara yaptı İzmir takip etti, İzmir yaptı İstanbul aldı.
TUNÇ SOYER: Biz Pazar günü 11 büyükşehir belediye başkanı, skype üzerinden toplantı yaptık. Birbirimizle deneyimlerimizi paylaştık, yapacaklarımızı konuştuk. Birçoğu ortaklaşıyor zaten… Ama her kentin kendine özgü özellikleri var ve bu özellikler nedeniyle de her kent bir uygulamayı daha farklı, daha eksik, daha fazla yapabiliyor duruma düşüyor. Bunda bir sakınca yok ama sorunun cevabı çok açık; biz birbirimizle sürekli istişare halindeyiz. Ama ortak hareket etmek çok mümkün değil! Çünkü oradaki hurda toplayıcılarıyla olan ilişkinin başka bir hikayesi, geçmişi var, sosyolojik tablosu var. Burada o farklı… Ya da AVM’lerle Ankara’nın ilişkisi farklı, 25-30 yıldır gelen bir şey var, bizde o yok, bizde başka bir şey var. Özetle her kent kendine özgü koşullar içinde hastalığın yayılmasını önleyecek tedbirler almaya gayret ediyor. Eksik yapan var, iyi yapan var, yapamayan var. Bunlarla ilgili bir şey söylemek doğru değil. Sadece, birbirimizden haberdarız ve birbirimizden etkileniyoruz, birbirimizden örnek alıyoruz, birbirimizi izliyoruz. Bazen öncülüğü biri yapıyor diğeri takip ediyor, bazen onun yaptığını öbürü yapamıyor ama o başka bir şey yapıyor. Bunlarda bir mahsur görmüyorum. Çünkü hakikaten Adana’nın öncelikleri, koşulları, iklimi, sosyolojik yapısı İzmir’e göre çok farklı… Buradan aynı şeyleri uygulamak çok mümkün değil! O yüzden hep söylediğimiz şey; merkezi otoritenin, merkezi gücüyle verilecek bir savaş değil bu! Bu yerelden büyümesi gereken, insanların katılmasıyla şekillenecek bir savaş!
Sohbetin girişinde yeni bir dünya başlayacağını, aynı zamanda geçmiş ve şu andaki belediyeciliğin tamamen değişip yeni bir belediyeciliğin olacağını söylediniz. Peki sonrasında nasıl bir ülke, nasıl bir dünya? Bu konuda farklı görüşler var. Her şey daha kötü olacak diyenler, bir de daha dayanışmacı, sosyalizme evrilen, daha insanı kucaklayan, sosyal devlet olmanın, sosyal belediyeciliğin ne kadar önemli olduğunu bu virüsün bize hatırlattığını… Yeşili, doğal kaynakları hoyratça nasıl harcadığımızı ve bugün onların sonucunu yaşadığımızı, insanlığın bundan ders çıkaracağını… Kötümserler ve iyimserler tablosunun neresindesiniz?
TUNÇ SOYER: Ben iyimser taraftayım. Ben dünyanın daha iyi bir yere evrileceğini düşünüyorum. Bu acılar yaşanacak, yaşanıyor, daha da ağırları yaşanabilir. Ama ben bütün bunlardan sonra kurulacak yeni dünyanın daha güzel bir dünya olacağını düşünüyorum. Yeter ki ders çıkaralım! Yani bu dersi çıkartamazsak tabi ki çok daha kötü bir yere gidiyoruz hiç kuşkusuz! Ekonomik iflaslar, daralmalar, işsizlikler… Bütün bunlar olacak. Tüm mesele işte bu insanlığın bize emanet ettiği mirası doğru değerlendirmek ile ilgili… Aklıma geldi, söylemek isterim; Bizim köylümüz toprağa tohum atarken ‘kurda, kuşa, aşa’ diye atar. O tohumda herkesin payı olduğunu, kuşun da kurdun da insanın da payı olduğunu bilir. Öylesine bir kadim kültür bu! Çok kıymetli bir şey… Bizim kadim kültürümüzde insanlığın biriktirdiği tüm erdemler de değerler de süzüle süzüle geldi bugüne… Bizim doğayla barışık, doğayla uyum içinde, doğanın ritminde, doğayla kavga etmeden yaşamayı başarmamız lazım! Birinci koşul bu… Doğaya karşı verdiğimiz bu savaş var ya işte, taş ocakları vs… Çok güzel bir laf var; doğaya karşı savaşı kazandığın anda aslında kaybediyorsun! Yani bizim önce doğayla barış içinde olmayı başarmamız lazım. Ondan sonra insan olarak birbirimizle bir arada yaşama kültürünü, yani demokrasiyi, yani eşitliği adaleti özgürlüğü tekrar doğurmamız lazım, bütün bu kaostan bu batmışlıktan! Ben bunları yapabileceğimize muktedir olduğumuzu düşünüyorum. İnsanın evrimi bu çünkü… Doğanın evrimi bu… Biz ne kadar ayağımıza kurşun sıkmış olsak da geçmişte, artık aklımızı başımıza devşirmemiz için daha dibi yok bunun! Korona ile yaşadığımız bir dip var. Bundan daha dibi yok. Buradan ya ders alıp çıkacağız ya da batacağız!
Ya da gömüleceğiz.
TUNÇ SOYER: Evet ya da gömüleceğiz. Ama ben düzeleceğimizi, iyileşeceğimizi düşünüyorum. Bu hikayenin bizi sağaltacağını düşünüyorum.
Nasıl bir belediyecilik olacak sizce? Bu soru için şu an çok erken belki ama gelip çarptığımız duvarları görünce; belediyecilik anlayışının da hem yöneticilerde, hem vatandaşlarda değişeceğini düşündüğüm için sormadan edemiyorum.
TUNÇ SOYER: Evet değişecek. Yepyeni bir dünya kuruluyor. Yani bu dünyada belediyecilik de yepyeni bir anlayışla yapılanacak. Ben bu belediyeciliğin vicdanla, bilimle ve sanatla şekillenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani bunların önceliğinin daha çok anlaşılması gerekecek diye düşünüyorum ve daha çok insana dokunan, daha çok insanı önemseyen doğa ile barışık, doğa ile uyum içinde bir belediyecilik olacağını düşünüyorum.
Sizi en çok üzen konulardan birinin işsizlik olduğunu söylüyorsunuz konuşmalarınızda. Belediyede bekleyen 100 bin CV olduğunu… Bundan sonra onlar daha da artacak, biliyorsunuz değil mi?
TUNÇ SOYER: (üzüntüyle başını sallıyor) Beni en çaresiz bırakan ve gerçekten bu koltukta oturduğum günden beridir baş edemediğim ve dahası bundan sonra da baş edemeyeceğimi düşündüğüm bir şey. Yok yani! Benim üretebileceğim bir çare yok, maalesef yok. Seyirciyiz. Üstelik talep bize yapılıyor ve biz karşılayamıyoruz bunları, öyle bir tablo var. Dediğiniz gibi, buna kahroluyorum, çok üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor, gelmiyor yani.
Ben de soru sormakta ilk kez bu kader çaresiz kaldığımı hissediyorum. Panik yaratmamak ama diğer yandan gerçekleri ortaya sermek gibi bir mesleki zorunlulukta pek kolay olmuyor aklınıza geleni pat diye sormak… Mesela iş dünyası kendi içindeki gruplarda, sosyal patlamaya karşı çok acil önlemler alınması, harekete geçilmesi gerektiği konusunda görüş bildiriyor. Gaz uzun zamandır birikiyordu ama kıvılcım hiç bu kadar yakın değildi. Bunun korkusu, kaygısını da taşıyor musunuz aynı zamanda?
TUNÇ SOYER: Tabi ki taşıyorum, taşımaz mıyım? Bu tehdidi görmemek mümkün müdür? Yani yüzde 30 civarında bir ekonomik daralmadan bahsediliyor, işsiz sayısında çok daha büyük bir artış öngörülüyor, yani üretim durdu, her şey bir kabus gibi… Bunun sonucunu görmemek mümkün mü?
Büyük buhrana hazırlanın diyor dünya...
TUNÇ SOYER: Tabi oraya gidiyor zaten her şey... O nedenle biz hani bu yangında ne kurtarırızın telaşındayız. Onun için dayanışma diyoruz, onun için gönüllülük diyoruz, onun için İzmirlilik diyoruz… Her türlü katkıyı her türlü desteği sonuna kadar, son damlasına kadar kullanmak mecburiyetindeyiz. Eksik bırakacağımız her şey ya kaybolan bir candır, ya büyüyen bir kaos tehdididir. Bütün bunları görüyoruz, gördüğümüz için bu noktadayız.
Kaç saat uyuyorsunuz? Siz kendinizi nasıl koruyorsunuz, aldığınız destek, vitamin var mı?
TUNÇ SOYER: Azalttık uykuyu, uyku tutmuyor ki! Ama iyiyim. Yani gerçekten iyiyim. Çünkü benim dağ gibi bir umudum var, umudum çok büyük. Ben bu memleketin kültürüne, insanlarına, üreticisine gerçekten güveniyorum.
Üretici dediniz, hemen sorayım. Bugün Mahmut Eskiyörük’ün açıklamaları vardı. “Çıkmayın deniyor evden, iyi de çiftçiler ekmezse, bu tohum atılmazsa, budanmazsa, ilaçlama yapılmazsa hani paran olsa da yiyecek bir şey bulamayacaksınız” mealindeydi. Sizin görüşünüz?
TUNÇ SOYER: Bizim üretmeye devam etmemiz lazım. Hiç yolu yok. Şimdi bizim bir afet senaryosu çalışmamız da var. Bir grup arkadaşımız şu anda sadece 3 ay 2 ay neyse sonrasına, en kötü günlere senaryo oluşturmaya çalışıyorlar. O kötü günlerde ne yapacağız? Yani sokağa çıkma yasağı geldi, üretim yok, ne yapacağız? Şu anda onların senaryoları üzerinde çalışıyorum ya da şu anda bir deprem oldu ne yapacağız? Yani dolayısıyla bütün bunlarla ilgili kafa yoruyoruz ama söylediğim şey şu; Hani dağ gibi bir umudum var dedim ya… Gerçekten ben buna inandığım için sağlamım, dipçik gibiyim. Hiç bir şekilde en ufak bir zafiyet hissetmiyorum kendimde, fiziken, ruhen… Çünkü inanıyorum. Hem de kanımın son damlasına kadar inanıyorum. O yüzden de bunu başaracağımıza da inanıyorum. Ben yalnız değilim çünkü biliyorum. Orada 290 kişi imza atıyor, burada başka biri koşturuyor. Ne personelimiz var bizim, yani gerçekten akıl alır gibi değil gösterdiği fedakarlık, cefakarlık her türlü takdirin üzerinde. Bunlar var, biz varız. O nedenle de bunun altından kalkacağız, bunu başaracağız hep beraber başaracağız. Ben buna inanıyorum çok net.
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |
|
|||||
|