GERÇEKİZMİR - İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, ‘İzmir Depremi Ortak Akıl Buluşması’ adı altında gerçekleşen zirvede konuştu. 30 Ekim’de yaşanan deprem için açıklamalar yapan Büyükşehir Belediye Başkanı Soyer yeni süreçte izlenmesi gereken yol haritasına dair de mesajlar verdi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç, CHP ve İyi Parti İzmir il başkanları, ilçe belediye başkanları, meclis üyeleri ve belediye bürokratlarının da katıldığı toplantının ilk gününde deprem, yer bilimleri, yapı, imar ve şehirleşme konusunda çok sayıda yetkin isim ve bilim insanının görüş ve önerileri dinlenecek. İkinci gün ise katılımcılar ile yuvarlak masa toplantıları düzenlenecek, sorunlar, çözüm önerileri ve geleceğe yönelik projeler değerlendirilecek.
Başkan Soyer şunları söyledi:
115 vatandaşımızın ölümüne, en az 4 bin 239 hanenin ağır hasarlı ve yıkık hale gelmesine yol açan büyük depremle İzmir halkı olarak merkezi ve yerel idarelerimizle yarattığımız dayanışma dalgasıyla baş etmeye çalıştık. Her kuruma İzmir halkı adına şükranlarımı sunuyorum. Önceliğimiz yıkılan binalar altındaki canlarımı kurtarmaktı. Gelen arama kurtarma ekipleri hummalı bir çalışma yürüttü. 107 yurttaşımızı sağ kurtarmayı başardık. Kaybettiğimiz canlar için yüreğimiz yanıyor.
Büyükşehir Belediyesi olarak yaraları sarma adına büyük bir koordinasyon yürüttük ve çalışmalar yaptık. Tüm kaynağımızı depremin yarattığı etkileri azaltmak ve afetzede yurttaşlarımızın ihtiyacını karşılamak için seferber ettik. Çalışmalarımızı günbegün kamuoyuyla paylaştık.
Deprem coğrafyamızın, ülkemizin jeolojik gerçekliğinin bir sonucu… Bu gerçeklik deprem riskine karşı hazırlıklı olmamızı zorunlu kılıyor. İzmir depremi ülkemize iki önemli hususu bir kez daha hatırlattı. İlki; el ele vererek siyaset ve fikir ayrılıklarını bırakıp ortak akıl ve dayanışma kültürümüzü güçlendirerek üstesinden gelebileceğimizi gösterdi. İkincisi; tüm enerjimizi yıkıcı afetlerin etkilerini azaltmak için seferber etmemiz gerektiğini gösterdi.
Deprem gibi afetlerle mücadele, risk azaltma çabası aynı zamanda kentsel yaşam kalitesinin arttırılması çabasının bir parçasıdır. Afetle mücadele sağlıklı, güvenli, demokratik bir yaşam hakkının olmazsa olmazıdır. Bugün ülkemizde afet yönetimi 1959 yayınlanan afet yasası ile imar düzeni ise 1985 yılında yayınlanan imar yasasıyla yürütülüyor. Ancak günümüz Türkiye’sinde kentleşmede gelinen noktaya baktığımızda her iki yasal düzenlemenin de yeniden ele alınması gerektiği apaçık ortaya çıkıyor. Bunun haricinde 5393 belediye kanunu ve 5216 büyükşehir belediye kanunu gibi yasal düzenlemelerde belediyelerin afet yönetim sürecine dair tanımlanan görevlerinin kısacası yeni bir yerel yönetim mevzuatına hatta yerel yönetim reformuna ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.
Belediyelerin görevlerinin yol, su altyapı gibi hizmetlerle sınırlı olmadığını çok net gösterdi. Afetle mücadele yerelde başlayıp yerelde kazanılıyor. Ülkemizde afet yönetiminin etkin bir şekilde yürütülmesi için belediye ve büyükşehir kanunu ile afet hukukunun belediyeleri temel alacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Üniversiteleri, TMMOB’u dışarıda bırakarak ne kalkınmanın önünü açmak ne de bununla eşgüdüm içinde olmak zorunda olan afetle mücadeleyi başarmak mümkün değil. Katılımcılık ve kapsayıcılığı bilim ve aklın ışığında düstur edinmiş bir belediyecilik çerçevesinde 30 Ekim depreminin ortaya çıkardığı sorunlarla ancak ortak akıl tarafında bütünleşerek baş edebileceğimizi biliyoruz.
Umuyor ve diliyorum ki İzmir depremi hem merkezi hem yerel yönetimler hem de ülke kamuoyu açısından Marmara ve Van depremleri gibi bir felaketi daha arkamızda bırakıp bir süre sonra hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya başladığımız bir sürecin tekrarı olmaz. Aksine bu deprem yasal ve idari kararlarla ülkemizde afete karşı çok daha etkin politikalar yürüteceğimiz bir milat olur.
“Ulusal deprem politikası belirlenmeli”
İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Alim Murathan toplantıdaki konuşmasında “2020 yılında dünyada 106 adet 6 büyüklüğünde deprem olmuş. Bunlardan 9 tanesi 7 ve üzerinde. Ülkemizde 3 deprem oldu. Dünyada kayıp sıralamasında en ön sıradayız. Yaşadığımız yüzyılda ülkemizde bu kadar kayıp olması düşündürücü” dedi.
Türk Mimar Mühendis Odalar Birliği Genel Başkanı Emin Koramaz ise mimar, mühendis ve şehir plancılarının önerileri ve uyarılarının dikkate alınmadığına vurgu yaparak her türlü engellemeye rağmen üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getireceklerini vurguladı. Koramaz, sözlerine şöyle devam etti: “Ülkemiz topraklarının yüzde 98’inin deprem, yüzde 66’sının birinci ve ikinci derece tehlikeli deprem bölgesinde yer aldığını biliyoruz. Buna rağmen depremin hasarlarını en aza indirecek köklü önlemler alınmıyor. Mühendis mimarlık ve şehir planlamanın gereklerine, insan yaşamına saygı duyulmuyor. Kentsel dönüşüm alanları rant alanlarına dönüştürüldü. Yapı denetim yasası çıkartıldı ama yapı denetimi kamusal olması gerekirken ticarileştirildi. Ulusal deprem strateji ve eylem planı yapıldı ama gerekleri yerine getirilmedi.”
Mevcut yapı stoğunda iyileştirme yapılmadığına da dikkat çeken Koramaz, 1999 sonrasında deprem yönetmeliği çıkartılsa da yönetim süreçlerindeki eksiklikler nedeniyle bu tarihten sonra yapılan yapıların da güvenliğine ilişkin endişelerin olduğunu söyledi. Türkiye’deki tüm yapı stoğunun teknik incelemeden geçmesi gerektiğini söyleyen Koramaz, “Siyasi rant uğruna imar barışı altında 10 milyonun üstünde yapı kayıt altına alındı. Depreme hazırlıklı olmak bir devlet politikasıdır. Devlet kurumları ve yerel yönetimlerin ortak sorumluluğudur. İmar aflarının yasaklanması, deprem öncesi, deprem anı ve sonrasındaki çalışmalara ilişkin bir ulusal deprem politikası belirlenmesi, Türkiye ulusal deprem master planının hazırlanması, kent planlaması, yapı üretimi ve denetimi konusunun bütünlüklü ele alınması gerekiyor” dedi.
“Kötü yapılmış binalar çok zarar görür”
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. A.M. Celal Şengör ise İzmir’deki depremin aslında 8 şiddetinde hissedildiğini vurgulayarak “Böyle bir depremde iyi yapılmış binalar az, kötü yapılmış binalar çok zarar görür. Zarar gören binalar, deprem gerçeği düşünülmeden yapılmış binalardır. İzmir’in talihsizliği son derece faal tektonik ortamda yer almasıdır. Bundan sonraki iş artık inşaat mühendisleriyle, deprem mühendisleriyle konuşmaktır. İzmir’in doğru yapılmış 1/5000 jeolojik haritası var mı bunların araştırılması gerekir?” dedi.
“Kaynaklarımızı belirlememiz gerek”
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu ise deprem riskinin konut binalarında çok yüksek olduğuna değinerek “Bu binalar vahşi bir pazar ortamında üretilmiş binalardır. Öncelikli olarak buralara eğilmemiz gerekiyor. Kahramanca afet yönetimi yaparak bir yere varamayız. Bu bir kaynak meselesi. Konut yapı stokunu depreme dayanıklı hale getirmek muazzam bir kaynak gerektiriyor. Bunun için kaynaklarımızı belirlememiz gerekiyor. Hükümet desteği olmadan uluslararası finans bulunabiliyor mu? Risklerimiz neler, onları belirlememiz lazım. Bir sonraki depremde bina yıkılmasın istiyorsak, yıkılma riski çok yüksek binaları belirlememiz önemli. Bunlar patlamaya hazır birer bomba gibiler. Bu deprem tüm İzmir için bir test yaptı. 5 kattan yüksek ve 2000 yılından önce yapılmış tüm binalar yüksek riskli binalardır” dedi.
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |