Eski Yunan senatolarına benzeyen çok sesli tartışmalardan haz duyduğunu ve bu tartışmaların kesinlikle kentin/demokrasinin yararına olduğunu savunmuştu Sayın Tunç Soyer bir röportajımızda. İtiraz kültürüyle harmanlanmış bu kent de hiç karşılıksız bırakmadı başkanını elbet, ondan öncekilerde olduğu gibi…
İzmir’deki deprem felaketiyle, bir tartışmayı da Sayın Soyer başlattı. Gönlünün, depremde hasar gören Büyükşehir Belediyesi binasının yıkılmasından yana olduğunu, küçük bir başkanlık ve meclis salonu yapıp mevcut alanın Konak Meydanı’na katılmasını düşündüğünü açıkladı Meclis’te.
Sosyal medyada, özellikle Whatsapp gruplarında hararetli tartışmalar başladı o andan itibaren. Ve bu tartışmalara ağırlığını koyan isimse, Hasan Topal oldu.
40 yıllık mesleki birikimi, uzun süre yaptığı İzmir Mimarlar Odası Başkanlığı, Büyükşehir Belediyesi’nde iki başkanla üst düzey bürokrat olarak görev yapmış, dolayısıyla masanın her iki tarafını çok iyi tanıyan bir mimar… Geçmişte, Konak meydanının ortasına inşa edilmek istenen (80 bin metrekarelik) Galeria projesi ile Kordonyolu inşasına karşı yapılan mücadelenin öncülerinden olan Hasan Topal; tartışmalarda, bu bilgi ve birikiminin hakkını verdi.
Önce Büyükşehir binasının 1966’da düzenlenen yarışma sonucu seçilen mimari projenin uygulaması olduğunu, Büyükşehir Belediyesi Binası işlevini anlattı; binanın pek çok nedenle güçlendirilerek korunmasının doğru olacağını savundu. Soyer’in ‘yıkılsın’ kararını gözden geçirmesini istedi.
Ardından, iktisadi durum ile mekan arasındaki doğrudan ilişkiye dikkat çekti. Kentin tarihi merkezi ve çevresindeki gelişmelere yalnızca, ‘alan yaratmak benzeri sığlıkta’ bakılamayacağını Kemeraltı örneğiyle ortaya koydu. Büyükşehir’in Konak’tan taşınmasının Kemeraltı’nı daha da yalnızlaştıracağını vurguladı.
Bu tartışmaları izlememiş olanları bilgilendirmek amacıyla özet olarak geçtiğim konunun sadece sosyal medyada ‘kısıtlı ve genel geçer’ konumda kalmamasını iş edindim ve İzmir Mimarlar Odası eski Başkanı Hasan Topal bir söyleşi yaptım.
Bu uzun girizgahtan sonra, sizi uzun bir sohbet bekliyor, uyarmış olayım…
GÖNÜL SOYOĞUL: Büyükşehir binasının yıkımı ile ilgili olarak ortaya attığınız daha doğrusu birçok kesimin konuştuğu görüş üzerinde gelişen yeni konular var. Depremle şer yaşadık, kiminin evini kiminin içini yıktı. Bu şerden bir hayır çıkar mı? Ne olması gerekir ve aslında olan ne?
HASAN TOPAL: Bu şerden mutlaka bir hayır çıkartmayı başarmamız gerekiyor. Toplumumuzun sahip olduğu kültürel ve bilimsel birikim bunu hayır çıkaracak şekilde yürütebilir diye düşünüyorum. Deprem milyonlarca yıldır süregeldiği gibi bu coğrafyada yaşanan doğal bir olaydır ve bundan sonra da olacaktır. Tarihsel olarak bu coğrafyada birçok uygarlık depremler nedeniyle gücü kaybetmiş ve sonlanmıştır. Bu yaşadığımız deprem aslında şaşırtıcı değil ve bana göre aslında İzmir çok iyi bir performans göstermiştir. Kuşkusuz keşke hiç hasar ve can kaybı olmasaydı... Şimdi buradan doğru sonuçları üretebilecek bir performansı ve yönetimi sergilememiz gerekiyor. Deprem konutlarının yer seçiminden tutun da mevcut hasar almış bölgelerdeki yeni planlama yaklaşımlarımızın ne olacağına ilişkin...
Mesela çok üzücü ve özellikle karar vericileri çok ciddi düşündürmesi gereken bir şeyle karşı karşıya kaldık. 4 tane belediye binası yıkıldı bu depremde. Torbalı, Bergama, Konak ve Büyükşehir de boşaltıldılar. Bu yapılar güvenlik kat sayıları çok yüksek olan ve mutlaka ayakta kalması gereken yapılardı. Diğerlerinin hepsi bir yana... Bunlar hiç hasar görmemesi gereken yapılardı. Şöyle bir sorgulamayı başlatmamız gerekiyor... Neden bizim kamu yönetim yapılarımız böylesine zaaf içerisinde?
İkincisi de şu... Tabiî ki belediye başkanlarının şu performansını olumlu görüyorum. Bir tehdit algıladılarsa hızla güvenlik açısından boşaltılmaları doğru bir tutum. Ancak tam da bu noktadan sonra yerine ne koyacağına ilişkin; mesela belediye binası tamam. Peki yeni binanızı nerede yapacaksınız? İzmir bir metropoliten kent. Bir anlamda yerel bir hükümettir belediye. Çok sayıda çalışanı, çok sayıda kurumsal yapısı vardır ve çok ciddi olarak hizmet binalarına ihtiyacı var. Ama bir ana binası gerekir. Konak’taki Büyükşehir binası bu niteliklere bakıldığında; yapımı çok uzun yılar sürmüş, meslek alçıdan baktığımda bu kentin en nitelikli mimarlık ürünlerinden bir tanesidir. Dönemini yansıtan, son derece modernist... Konak ve çevresindeki şehir gelişmelerine baktığımızda özellikle Kemeratlı merkezli... Kentte geçmiş dönemde alınan plan kararlarının bazı iktisadi yansımalarında çok büyük başarısızlıklar vardır. Mesela mekan olarak oraların terk edilmesi, bazı sektörel pozisyonların Kemeraltı’ndan çıkarılması doğru gibi gelirken, yerine bir şey koyamadığınız zaman bugünkü yatırımınız o günkü iktisadi çöküntüyü ve doğrudan mekansal çöküntüyü oluşturursunuz.
Kemeraltı’na geleceğiz ama İzmir’de bina yıkımları Başkan Soyer’in belediye binasını yıkma isteğiyle gündeme gelince, siz ‘eğer bina yıkacaksak öncelikler var’ dediniz. Katlı otoparkı, viyadükleri, Fuar Holleri saydınız. Belki hepsini bir bütün olarak konuşmak gerekiyor.
HASAN TOPAL: Önceliğimiz Büyükşehir Belediye binası olmalı. Büyükşehir binası döneminin çok başarılı bir mimarlık örneğidir ve bütün dünyanın modern mimari kurumları kültür mirası olarak korunması için çalışmalar yapılır. ‘Ya şu binalar yıkılsa ne iyi olur’ görüşü hep egemen olmuştur Konak’ta. Kent her zaman yıkılarak güzelleşmez, hatta yıkılarak da kötüleşir. Konak bunun en güzel örneğidir. 1950’lerde Konak Meydanı henüz tarihi bir meydanken de aynı konuşmalar yapılıyor. ‘Buraları yıkalım, açalım...’ Proje süreçleri hep böyle gelişiyor. Bir sürü projeler, yarışmalar yapılıyor. İnsanlarımızın zihninde alan ile meydan hep karıştırılır. Meydan sınırları olan bir kentsel alandır. Alan ise bir boşluktur. Merkezlerde ise alan olmaz. Merkezler meydan etrafında genişler. Hatta meydan belirleyicidir. Kırsalda bile böyledir. Bütün bunlardan yola çıkarak şunu dillendirmek isterim. Belediye binasının yıkılıp yerine küçük bir hükümet konağı benzeri yapı yapılmaktan bahsediliyor. Bu her şeyden önce bir kent planlama meselesidir. Yani kolayca söylenecek, kolayca bazı değerlerden vazgeçilecek bir alanı konuşmuyoruz. Mekansal ve iktisadi boyutu, yaşam kalitesi düzeyindeki boyutları gibi çok sayıda kenti ilgilendiren bir konuyu aslında konuşuyoruz.
Sizin gönlünüzden geçen ne?
HASAN TOPAL: Buradan hareketle benim gönlümden geçen... Umarım karar vericiler de bu kararlarını gözden geçirirler... O binanın ki ilgili uzmanlar da mühendisler de aslında ortaya çıkan hasarların binanın ana yapısı ile ilgili olmadığını söylüyorlar. Pekala dünyada çok müthiş güçlendirme uygulamaları yapılıyor. Tüm Türkiye’de kentlerimiz deprem afeti karşısında müthiş riskli yapılara sahip. Bu ortaya çıktı. Ama yapı güçlendirmesi gibi bir ihtisas alanı hiç gelişmedi Türkiye’de. Keşke üniversitelerimiz, ilgili kurumlar çok ciddi programlar ortaya koyabilse. Biz ya yeni yapmak ya da yıkmayı konuşuruz. Bu bina da bu nitelikleriyle eğer korunabilirse ki, o meydana kazandırdığı özellikle, mimari kimlik boyutuyla korunmasından yana düşüncem. Şu yanılgıdan da kendimizi kurtarmak gerekir diye düşünüyorum. Bazen ben de paylaşırım, ‘Ah eski mekanlar ne güzeldi’ diye. Yarın, bugünkü için de ‘Ah eski mekanlar ne güzeldi’ dememek için bugünün kıymetini bilmemiz gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Çünkü bina yıkıldığında ortaya çıkacak o boşluk herkesin hoşuna gidiyor gibi gözüküyor ama bu kez onların arkasında daha niteliksiz yapılar grubu göreceğiz. Halbuki şehirsel inovasyonu gündeme alıp da Hükümet Konağı, Emniyet Müdürlüğü, SSK İş Hanı gibi bir bütünde değerlendirmeden… Ki o da bu ekonomik koşullarda bence mümkün değil.
Sadece ekonomi değil aynı zamanda yerel yönetimle merkezi iktidarın birlikte hareket etme gibi bir ihtimali gözükmüyor. Keşke olsa ama...
HASAN TOPAL: Ben büyükşehir belediye binasının korunmasından yanayım. Gerçekten bu kentin en nitelikli, döneminin modern mimari binalarından bir tanesidir. Yarışmayla yapılmıştır ve çok ciddi bir jüri tarafından seçilmiştir.
Yaptığınız paylaşım sonrası fikrinize katılanlar da oldu ‘Yıkılmalıdır’ diyenler de... Büyükşehir binasının altından fay geçiyor ve tamamen dolgu zemin... Bu açıdan zaten hasar görmüş bir binayı güçlendirirsek onca insan oraya gönül rahatlığıyla çalışmaya gidebilir mi?
HASAN TOPAL: Ben güçlendirilerek korunması gerektiğini söylerken ciddi bir çalışmadan bahsediyorum. Gerçekten bilimsel ve teknik olarak ne gerekiyorsa yapılmasını kast ediyorum. Dolayısıyla bu nitelikte ele alınmadan yapılacak bir çalışmadan bütün kenti korumamız gerekiyor. Mühendis Uğur Bergel de hayatta hala ve bu konuda bir kaygı taşımıyor yaptığı çalışmalarda. Uzmanlarla değerlendirmişler, asıl taşıyıcı elemanlarda hiçbir hasar olmadığını söylüyorlar. Daha çok bölücü duvar, asma tavanlarda falan gibi hasarlar... Kuşkusuz bunun çok ayrıntılı bir bilimsel çalışmaya dayalı olması gerekiyor. Eğer hakikaten yıkılacaksa da benim bilim karşısında söyleyecek bir şeyim yok. Ama şöyle bir arkasındaki sorun ortaya çıkıyor işte. Meseleyi bir binanın yıkılıp yıkılmamasının daha derinliklerinde tartışmamız gerekiyor.
Nasıl bir derinlik?
HASAN TOPAL: 1930’lardan 1955’lere kadar İzmir Belediyesi’nin hep deniz kenarına çıkma gibi bir isteği var. Hisarönü’nde imiş o zamanlar... Belediye neredeyse bütün eylemini deniz kenarında bir yapıda olmak eylemine oturtmuş. Hatta yarışmalar ve bütün planlama çalışmalarının altyapısında bu var. Böyle bir tarihsel geçmişten sonra birdenbire buradan nasıl vazgeçecek sistem, bilmiyorum. Bir kez daha söylüyorum; bu meseleyi bir kent planlama bütünlüğü içerisinde tartışmamız gerekiyor. Bunun mekansal, iktisadi, toplumsal ve kültürel yönünü hepsini birden tartışmamız gerekiyor. Mesela ben şunu hakikaten çok sığ bir tartışma olarak görüyorum... Hiç kimse kusura bakmasın ve alınmasın... Yeni bir belediye binası yeri tanımlanmadan belediye binasının yıkılması tartışması bence ikincil olmalıdır. Çünkü bu ülkenin üçüncü büyük metropolünü, çok güçlü istihdam yapısı olan bir mekanizmayı ve bu kentin yönetim merkezini konuşuyoruz bir anlamda. Bu o kadar basit bir konu değil diye düşünüyorum.
Bu noktada çıkan tartışmalarda iş dünyasının da hararetle, dediğiniz yaşam ve mekan ilişkisinde sizinle bir bütün olduklarını gördüm. Öneri olarak da dediler ki ‘birçok harap yer var Kemeraltı’nda; dolayısıyla belediyenin birimleri buraya taşınabilir ve böylelikle burası da gelen gidenle yaşanır bir yer olur.’ Siz ne dersiniz?
HASAN TOPAL: Bu çok kolaycı ve belediye işlerini bilmeden yapılmış bir öneridir diye düşünüyorum. Çünkü belediyenin farklı mekanlarda olabilecek birimleri vardır, bir arada olması gereken birimleri vardır. Zaten İzmir Büyükşehir Belediyesi yapısına baktığınızda şu andaki Konak’taki binasında mutlaka bir arada olması gereken birimler olduğu için vardır. Onun dışındaki birimler de çeşitli yerlerde şu an. Bu işler bir anlamda hizmet prosesi ve birbirinden ayrılamaz. İllaki bir ana bina olmak zorundadır. İzmir Büyükşehir Belediyesi bir büyük yönetim birimidir. Bunun mekansal gereksinimi, derme çatma, sığıntı mekanlarla çözülemez.
Belediyelerin dünyadaki örnekleri nasıl, hep tek yapıda mı?
HASAN TOPAL: Kesinlikle... Bunun birçok örneği vardır. Hatta bir tanesi Toronto, bir tanesi de Tokyo belediye binasıdır. 40-46 katlı bir gökdelendir. Zaten bizde de böyledir. Hizmet birlikteliği ve üretim verimliliğini sağlayabilmek adına birçok birimin içli dışlı olması gerekir. Dolayısıyla belediye işlerini çok bilmeksizin yapılan bu tür önerileri, ben biraz basitleştirilmiş öneriler olarak görüyorum. İkincisi bu hizmetler kendine özgü tasarlanmamış binalarda çok verimli olamazlar. Gerçekten hizmet üretimi açısından bakıldığında bu bina bile yetersiz geliyordu belediyeye. Daha fazla mekana ihtiyacı vardı. Bu nedenle Kemeraltı’nda bazı örselenmiş, yıpratılmış çok nitelikli kültürel mekanlar var ama bunlar belediye işlerine uydurulabilecek mekanlar değil.
Yani diyorsunuz ki bir şeyin yıkılması düşünülürken üzerine konulacak olan işin bütün işlevleri de göz önüne alınarak, aynı zamanda yaşamsal durumunu da mekanı da düşünerek yapılması ve tasarlanması şart... ‘Orayı yıkalım yerine başka bir şey koyalım’ o kadar basit değil...
HASAN TOPAL: Zaten benim de en büyük eleştirel duruşum o noktaya. Meseleyi bu kadar basitleştirerek toplumsal gündeme yansıttığınız zaman öneriler de çoğalmaya başlar. Bu nedenle şunu hep söylerim. Günümüzde çok popüler olan bir ortak akıl meselesi var. Bilimsel temelli olmayan akıl, ortak akıl olmaz. Biz neyi yönetiyoruz, nasıl bir şeye ihtiyacımız var ve bunun nasıl bir mekansal gereksinimi var? Bütün bunlar analitik ortaya konacak, bu gereksinimlerin çevresini nasıl etkilediğini ortaya koyacağız ve ondan sonra karar vereceğiz. Bu sempatik görünür ama altını beslememiz koşuluyla. Mesela bir kent parçası üzerinde şunları ortaya koymamız gerekiyor. Önce bu alanın zemin yapısı nedir? Bu rapor şurada duracak. Bu alanın mekansal yapısı nedir? Bu burada duracak. Nüfus ilişkileri nedir? Bu da burada duracak ve biz bütün bunlardan sonra ortak aklı konuşmak zorundayız. Öteki türlü oturduğunuz yerden hiçbir veri yok elinizde; ortak akıl... Bana göre şurası şöyle olsun... Burası böyle olsun... Burada buluşulmaz. Buluşulsa bile onun nesnel olarak bir kıymeti de olmaz. Dünya ortak aklı böyle üretiyor. Ortak akıl bir araya gelerek bir şey üretmez değil, bilimsel temeller üzerinde bir araya gelerek bir şeyler üretmek olursa ancak yararlı olur diye düşünüyorum.
Başkan Soyer’i, ortak akıl konusunu önemseyen ve tartışmalara kulak veren bir yönetici olarak biliyoruz. Bu noktada tek başına ‘ben burayı yıkmak ve yerine de küçük bir hükümet konağı gibi bir şey koymak istiyorum’ demesini nasıl yorumlamalıyız?
HASAN TOPAL: Yaşanılan afetin yarattığı toplumsal travmanın bir ani refleksi olarak yorumladım bu çıkışı. Çok aceleye getirdiğini düşünüyorum. Bir yandan kuşkusuz duyarlılıkları çok yerindedir. Mutlaka tedbir alması gerekir, böyle sorumlulukları vardır ama az önce konuştuğumuz kentsel ilişkiler bütünüyle bakıldığında aceleye getirilmiş bir karar olduğunu düşünüyorum. Ve İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin eğer böyle bir nesnel, bilimsel zorunluluk varsa da bundan daha çok önce oturup nerede binasını yapacağını paylaşması, tartışması gerekir. Sorunumuz zaten tam da bu. Bütün bunlar ortaya konmaksızın ani ve hızlı kararlar almanın sonuçlarını yaşıyoruz.
Kayda başlamadan önce konuşurken söyledim ya.. Bu kent o kadar karışık ki. Bir yeri düzeltirken sanki başka bir yeri bozuluyor, elinde kalıyor gibi.
HASAN TOPAL: Ama kent tam da böyle bir şeydir. Dolayısıyla bir yere dokunduğunuzda diğerlerinin hepsini etkilersiniz. Mesele yıkıp yapmak meselesi değil. Mesele bir kent merkezini konuşuyorsunuz. Bu tam bir planlama meselesidir. Bir kentsel meseleyi tartışırken çok temel bir çıkış yolum var benim her zaman özen göstermeye çalıştığım. Mevcut planınız ne diyor? Ben buradan yola çıkarım. Çünkü o bütün eksiklerine rağmen, bütün bugüne kadar bizim oraya yüklediğimiz olumsuzluklara rağmen ne varsa o bir şeylere öngörerek oluşmuş, bugüne gelmiş. Sonra bunu nasıl çözeceğimize ilişkin orada veya başka yerde bunun modelleri ile tanımını koymamız gerekiyor. Aksi takdirde tartışmalarımız zemini olmayan, uçuşan, her yere çekiştirilebilecek, orda da olabilir burada da... Ama olamaz. Büyükşehir Belediyesi her yerde olamaz.
Niye olamaz?
HASAN TOPAL: Çok temel parametreler vardır. Bunlardan bir tanesi erişilebilir bir noktada olacak. Nitelikli bir mimari eser olmak zorundadır. Bu kente yakışır bir mimari özelliğe sahip olması gerekir. Bunlar gibi bazı ölçütlerle baktığınızda bence karar vermek daha çok kolaylaşır diye düşünüyorum. Aksi takdirde seçenek çoğalır ama ısrarla şunu vurgulamak isterim. Büyükşehir belediyesi yönetim birlikteliği ve hizmet üretim süreçleri ile büyük bölümü çok parçalanabilir şeyler değildir.
Siz Piriştina ve Aziz Bey’in ilk döneminde çalıştınız. Kentin bütünü ile ilgili olarak belediye başkanları ne yaparlar, ya da neyi yapmıyorlar? Bizdeki hal; lastikler başka, jantlar başka... Tabiî ki binalar değişir ama biz sanki bir modifiye kent görüntüsü veriyoruz.
HASAN TOPAL: Aslında İzmir’e bakıldığında kent bu kadar da yoksun değil… İzmir’in 1973’lerde bir planı yapılmış… Daha sonra başka gelişmeler olmuş, bozulmuş… 2007’de benim de aktörlerinden biri olduğum İzmir Kentsel Bölge Nazım İmar Planı yapıldı. Ana kararları oluşturan… Daha sonra bazı detayları güncelledi de… Bizim sorunumuz, karar süreçlerinin bu planlara bakmadan şekillenmesi… Planlar elbette statik belgeler değildir, kuşkusuz yeni bulgulara göre değişir. Mesele, bunun nasıl değişmesi gerektiğinde… Bunda bir oylaşmamız yok. Aslında belediye başkanı çok güçlü bir figürdür. Yerel yönetim mevzuatımız gereği güçlü başkanlık sistemi vardır ve kentsel mekanda zaman zaman bunun getirdiği sıkıntıları görüyoruz. Planlı gelişme, planla kalkınma kültürünü ödünsüz benimsememiz gerekir. Mesela bir belediye başkanı aklına bir şey geldiği zaman “Planı getirin” diyerek yola çıkmalı… Kent planları yanlış önermeler de içeriyor olabilir ama bunları düzeltmek de zaten yönetimin işidir. İstanbul’da bir metropolitan plan bürosu kuruldu. 500 tane personel alındı. Kadir Topbaş’ın ilk döneminde yapıldı bu ve İstanbul’a dair müthiş bir öneri getirdiler. Çok net ortaya koyulan maddelerden biri Kuzey Ormanları’nın ödünsüz olarak mutlaka korunmasıydı. Ne üçüncü köprü, ne havalimanı, ne de kanal gibi şeyler bu planda yoktur. Ve bu planın kökeninde müthiş araştırmalar vardır.
Şimdi tam da tersi durum söz konusu, planlar yapılmış ama…
HASAN TOPAL: Tam da söylediğim şeyi örneklemek için kullandım bunu, kimse o plana bakmıyor! Bizim kentimiz de mekânsal gelişimi benzeri nitelikte güçlü olan bir eğilime doğru gidiyor. Mesela bizim dönemimizde yapılan İzmir’in makro planında bir yeşil kuşağı vardır. Ne pahasına olursa olsun korunması gereken… Çünkü İzmir çanak içinde yeteri kadar sıkışmıştır, yeni yeşil ve yaşam destek sistemi üretme şansı sıfır denecek kadar azdır ve bu nedenle bu kuşak mutlak korunmalıdır. Yeşil kuşak deyince illa yeşil olması gerekmiyor, çıplak tepeler de buna dahildir. Şimdi ‘pat’ diye bir şey geldi, tamam bir üst veriydi o anladık ama plana bakıp ondan sonra karar vermemiz gerekiyor. Şöyle deprem konutları yapalım diye Atatürk Ormanı’nın üst tarafından yarısı orman, yarısı ağaçlandırılacak alan, yarısı korunacak alanı pat diye belirleyiverdik. Bu değil işte! Kentleşme kültürü bu değil! Peki bunu yaparken yıkılacak yerleri ne yapacağız? Bunu kim konuşuyor! Böyle bir bilgi yok… Apartmanlar yıkıldı tamam… Orada bildiğim kadarıyla buraya bina yapılamaz diye bir rapor yok. Sorun şu aslında, bizim mühendislik-mimarlık bilgi düzeyimiz oldukça yüksek… Mesele bu bilgi düzeyini yapılaşma sürecine katamamamız… Bu taa planlamadan başlayan bir süreç… 7-8 katlı binaların bu tarz depremlerde tuzla buz olması kabul edilemez bir şey ama şununla bütünleştireyim. Mesela 36 tane sanırım, ağır hasarlı ya da yıkılan binanın imar barışıyla belge aldığı söylendi… Şimdi bu barışı çıkaran siyaset organı bir vicdan muhasebesi yapıyor mu acaba? Belki o belge olmasa o insanlardan bazıları o binalarda oturmaya devam etmeyecekti. Bunu şununla birleştireceğim, o zaman mevcut alanlarda nasıl bir yapılaşma olacağına ilişkin, buradan hareketle ne kadar ihtiyaç olduğuna ilişkin ve onun için ne kadar mekan gerektiğine ilişkin çalışmamız var mı? Hazinenin yeri nerede var? Şurada var, hadi oraya gidelim! Bu şehir bu kadar basit değil! Böyle olduğu için sizin sorunuzda olan o dağınık, günü birlik ilişkilerle belirlenmiş bir mekânsal büyüme izliyoruz. Plana bağlı bir büyüme değil. Ha plan yok mu? Var ama bakan yok! Hem merkezi idare için hem yerel idare için plana bağlılık kültürü zorunludur.
“Genel idare de yerel idare de kendilerine tanınan güç ve hakkı çok rahat kullanıyorlar” sonucunu çıkarıyorum anlattıklarınızdan…
HASAN TOPAL: Meseleye bir plan bütünlüğünde bakalım… “Konak Meydanı’nı doldurmayın, yazık!”, “Kordon’a yol yapmayın!” Hep uyardık.
‘Galeria olmasın’ diye de direndiniz Konak’ta… Ki, 8 futbol sahası büyüklüğünde bir AVM’ydi yapılmak istenen…‘Galeria yapılsın’ görüşünü savunanlardan bazılarının şimdi belediye binasının yıkılmasını savunmasını görmek de ilginç bu arada…
HASAN TOPAL: Ama bakın bu çifte standart, bu ikili ahlak yapısı toplumu çok erozyona uğratıyor. Bütün dünya kentleri kent merkezlerindeki yolların trafik yükünü azaltırken, yayalaştırırken, kent içi viyadükleri yıkarken biz ısrarla bunları yapmaya kalktığımızda “Bu yanlıştır” diyoruz. Bütün Avrupa’da İzmir’den büyük çok az kent vardır. Biz şimdi böylesine büyük bir kentin ulaşım mekanizmalarını çözmezsek, erişim taleplerini toplu ulaşımla çözmezsek yapılacak hiçbir şeyin çare olma ihtimali yok… Dünyada böyle bir beceri yok çünkü! Galeria zamanında da biz “Kemeraltını iktisaden öldürecek” dedik… Hala daha şunu söylüyorum, “Bu kentte merkez alana yapılmış her alışveriş merkezi Kemeraltı’ndan iki sokağı daha öldürmektedir”… Bunu bilip buna göre karar vermemiz gerekiyor. Ben bu kentte 40 yıldır mimarlık yapıyorum. 80’li yıllarda haftada bir kere mutlaka Kemeraltı’na bir iş için giderdim. Tamam Bornova, Buca, Karşıyaka birer merkez oldu, merkezlerimiz çoğaldı ama yine de hala nitelikli ticaretin olduğu bir alandan söz ediyoruz. Şimdi siz bunları çektiğinizde geriye ölmüş bir mekan kalıyor ve bu durumda da ne tarihi ne de kültürü koruyamıyoruz. Bakın Piriştina meselesindeki en önemli şeylerden biri neydi biliyor musunuz? 90’lı yıllar kabus yılları dedim ya… Kordon doldurulmuş, bir mezbelelik hali, insanlar denize yürüyemiyor. Konak bir çukur halinde kazılmış, temelleri olan bir yer… Burhan Bey sağ olsun, Havagazı binasını yıktı, enkazları kaldı, itfaiye binası yıkılıyor, Eşrefpaşa yıkılıyor, şimdiki Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin bulunduğu yerler satılıyor, kıyılar rezalet halde… Bu meselenin temelini şöyle ya da böyle herkes gözden kaçırıyor, bugünkü bu liberal bakış açısı da bunu tetikliyor, planlamanın çok temel bir ilkesi vardır… Ödünsüz bir ilkedir bu… Olmazsa zaten sistem çöker… Kamu yararıdır bu… Evrensel bir ilkedir, bize özgü değildir, bütün dünyada böyledir. Diğer ilkeler bundan sonra gelir. Bu ilkeyi kaldırdığımız mekana ne yüklersek yükleyelim sürdürülebilir hale getiremeyiz. Çünkü o ilkeyi özenle koruduğumuzda, diğer ilişkileri de buradan yola çıkarak tanımladığımızda ortaya çıkan mekanla bugün yaşadığımız kentsel sıkıntıların tamamından kurtuluruz. Örneğin yargıya takılmış Basmane Çukuru gibi… Bunların tamamındaki kamu yararı ilkesine aykırı olmalarıdır.
Kemeraltı konusunu toparlarsak… Sizin bu çevre-mekan ilişkisi üzerine hatırlatmalarınızla, Kemeraltı’na bir mimar olarak bakışınız, öneriniz nedir?
HASAN TOPAL: Başta söylediğim gibi tüm meseleler planlama meselesi… Kemeraltı bir kentsel SİT alanı… Yanılmıyorsam 270 hektar büyüklüğünde ve bu büyüklüğüyle dünyanın en büyüklerinden birisi… Çok farklı kültürel katmanların birbiriyle ilişkili olduğu bir mekan… Burada bir şeyler önermek çok kolay değil… Öncelikle birincisi koruma planına sıkı sıkıya bakmamız lazım… İkincisi tarih projesi gibi arayışlar oldu, olumlu yönleri de var çok aksayan yönleri de var. Kemeraltı sadece mekan olarak bakılabilecek bir alan değil çünkü mekanı etkileyen diğer toplumsal, sosyal ve iktisadi verilerle birlikte tartışması gereken bir süreç… Hemen bu olsun diye karar verilebilecek bir yer değil… 240 yıl içerisinde oluşmuş bir yerden söz ediyoruz dolayısıyla bütün bir etkenler baz alınmalı… Öncelikle buradaki yaşamı kolaylaştıracak günlük-pratik meselelerin çözülmesi gerekiyor. Aydınlanma, temizlik, ulaşım, altyapı gibi… İkincisi çok müthiş bir tarihsel odak alanların olduğu bir alan… Burada bazı rotaların bir sinerji yaratmak adına, bir jeneratör işlevi görmek adına, örneğin Kadifekale’den Agora’ya, iyi düzenlenmiş bir koridor olması gerekiyor. İşte bu olmadığı zaman hep genel-geçer konuşmalar içerisinde bizim oturup ‘Şu olsun, bu olsun’ diyebileceğimiz bir alan değil… Burada yerel yönetimlerin, esnaf derneklerinin çok önemli rolleri var. Bunun bir bütünlük içerisinde sergilenmesi gerekiyor. Son yıllarda bir meslek insanı olarak yapılan restorasyonları olumluyorum. Ama Kemeraltı öylesine büyük bir alan ki bunlar kayboluyor içerisinde… İşte bunu sürdürebilir bir program olarak ele alıp geliştirmek gerekiyor; çünkü öbür türlü çok kolayca çözümler mümkün değil… Birlikte tartışarak öneriyi ancak bunun üzerine koyabiliriz.
Diyelim ki Sayın Soyer yeni bir yer buldu. Farazi söylüyorum, dedi ki “Hilton binasını belediye binası olarak kullanacağım”… Siz yine de o bina ‘yıkılmasın’ diyorsunuz… Bir öneri de şöyleydi: “Hem bu bina korunsun, hem de Kemeraltı’yla da bütünleştirebilecek bir projeyle değerlensin. Mesela bir müze gibi…” Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
HASAN TOPAL: Etüd edilmesi gereken bir mesele diye bakıyorum. Doğrusu ben bir kez daha şunu vurgulamak isterim, Büyükşehir yönetim binasını hangi bina olursa olsun ‘sığıntı’ haline getirebilecek bir şekli doğru bulmuyorum. Orası belediye için özel tasarlanmış bir mekan… Bu mekanın yatay ilişkileriyle birlikte düşey ilişkilerle birlikte düşünmek gerekir… Şu açıdan söylüyorum. Ben mevcut binanın İzmir’in kendisine yakışan bir belediye binası olduğunu düşünüyorum. Ve o bina nasıl işlevlendirilebilir meselesine geldiğimizde de bu sefer bizim ne tür ihtiyaçlarımız olduğunu konuşmalıyız. Şimdi o binanın karşı tarafları bir kültürel alandı geçmişte… Arkeoloji müzesi vardı. Müthiş bir müzeydi. Elhamra vardı, kütüphane vardı. AKM ve tiyatro binamız var. Şu anda onlarla nasıl ilişki kuruyoruz biz? Neredeyse orada kendi başınalar… Bunun yerine bu şehrin bu kültürel odak alanlarını toplumla daha içli dışlı hale nasıl getirebileceğimizi tartışmamız lazım. Mesele İzmir’de müze konusu tartışılıyor değil mi? Bir de şöyle yanılgı vardır, depolardaki her eser sergilenecek eser değildir. İzmir müzesi şu anda erişim sorunu olan bir yerde değil mi? Bu sorunu çözmek için hiçbir çaba görmüyoruz kimseden… Söylemler hep “oraya müze yapalım, buraya müze yapalım” çizgisinde… Bu kültürel odak alanlarını çok güçlü bir şekilde birbiriyle bağlasak daha iyi değil mi? Dolayısıyla bu kültürel arayışlar bana çok içten gelmiyor. Bence bütün karar verici aktörlerin bir araya gelmesi gereken en nitelikli mekanlardan birisi elektrik fabrikasıdır. Üzerine yoğunlaşılması gerekir.
KÜLTÜRPARK, PLANSIZLIĞIN GÖSTERGESİDİR
Kayıttan önce Piriştina diye sordunuz ya? Orada da aynı şey var. Biz Sümerbank, elektrik fabrikası… Orada müthiş bir kültürel alan oluşturacaktık. Sümerbank’ın içerisine kongre merkezi planımız vardı. Tüm çevresel ilişkileriyle birlikte tartışılmış ve konmuştu. Sümerbank’ın tarihsel sürecinin korunacağı bir tekstil müzesini de barındıran… Ama gittiler oraya 5 tane okul binası koydular. Bir üst karar geliyor, böyle yapıyor, şimdi de elektrik fabrikasını belediyeye vermiyor. Bakın mevcut İzmir planının altında 70’e yakın bilgi paftası vardır. Zemininden su kaynaklarına, apartmanından kültür mirasına kadar… Bütün bunlar olmadan yapılacak tartışmalara ben biraz ihtiyatla bakıyorum. Planlama bütün bu veriler üzerine yapılması gerekir. Benim beklentim Belediye Başkanımızın “Yıkacağım”dan önce, “Planlara bakacağız” demesiydi. Kimse kusura bakmasın göreve geldiğinden bu yana Kültürpark’a 4 ya da 5 tane hiç alakası olmayan işler yükledi. Pazar, GSF tahsisi, şimdi geçici de olsa belediye… Bu işte plansızlığın göstergesidir. Dileğim en yakın bürokrasi halkasının bunu kendisine söylemesi… Kuşkusuz onlar da çok bilgi sahibi insanlar ama siyasetin asıl gücünü plandan alması gerektiğini savunuyoruz. Bunu şöyle örnekleyeyim. Buca yaklaşık 500 bin nüfusla kentin en büyük ilçesi ve bu kentin en büyük ulaşım sorunu olan ilçesi… Şimdi bunu böyle koyduğunuz zaman İzmir’de raylı sisteminin öncelikle nereye gitmesi gerektiği bellidir. Narlıdere’nin toplam nüfusu 70 bin kişi, bunları her gün iki kere taşısanız 140 bin yolcu yapar. Buca’da sadece üniversitede 80 bin öğrenci var ve her gün gidip geliyorlar. O zaman oturup ulaşım önceliklerini gözden geçirmemiz lazım. Bu olmadığı zaman işte şehirsel sistem şaşmaya başlıyor. Raylı sistemin mutlaka yaygınlaşması gerekir ama öncelikler belirler. Mesela ben bir mimar olarak şundan çok yakınıyorum. Bilimin, tekniğin her şeyin üst sınır olduğu şu yüzyılda Bayraklı Belediyemiz yeni bir bina yaptı, deniz tarafındaki merdiveni kaldırıma iniyor. Bu işte öngörü meselesidir. İnsanların kolayca erişebileceği, meydanla bütünleşmiş bir mekan tasarlamak yerine günü birlik karar almak işte bunu doğuruyor.
Biraz önce bürokrasi bunları hatırlatmalı dediniz… Ya STK’lar? Geçmişten beri, Çakmur, Özfatura sonrasında Kocaoğlu dönemlerinde… Biz hep STK’ların yüksek sesini duyduk. Şimdi öyle değil. Ya her şey yolunda ya da başka şey, ne? Kültürpark konusu mesela… Aziz Bey dönemi olsa kıyamet kopmuştu!
HASAN TOPAL: Doğrusu birçok nedeni olabilir. Ben hep şöyle bakmaya çalıştım bu sürece… Akademik meslek kuruluşlarının toplumda öncü bir rolü vardır. Bilimsel temayla bakar, politik eksen kaygısı taşımaz. Burada çok farklı boyutların olduğunu düşünüyorum. Bilgi düzeyinden, politik angajmanlara, bireylerin kişisel konumlanmalarına giden bir sürecin olduğunu tahmin ediyorum. Öbür türlü şudur diyebileceğim nesnel bir neden göremiyorum.
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |
|
|||||
|