Gizem TABAN/GERÇEKİZMİR - Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Psikoloji Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak görev yapan Türk Psikologlar Derneği (TPD) İzmir Şube Başkanı Uzman Klinik Psikolog Samet Baş, dünyayı etkisi altına alan koronavirüs ile mücadele sürecinin psikolojik boyutunu değerlendirdi.
Mesleki çalışmalarını yoğun olarak; travma, kayıp ve yas süreçleri alanlarında gerçekleştiren Uzman Klinik Psikolog Baş, salgın sürecinin insanları nasıl etkilediğini, bu süreçte psikolojinin korunması için neler yapılması gerektiğini, bu sürede meydana gelen olumsuz duygularla nasıl başa çıkılabileceğini anlattı.
Salgınla burun buruna yaşayan; sağlık çalışanları ve saha çalışanlarının psikolojilerinin bu süreçten en minimal düzeyde etkilenmeleri için önerilerde bulunan Baş, koronavirüs ile mücadele sürecinde sağlık çalışanları ve yakınları için bir psiko-sosyal destek çalışması yaptıklarını da dile getirdi.
Bireyleri, sosyal medya ve medyada yer alan salgınla ilişkili haberlere kendilerini fazla maruz bırakmaması konusunda uyaran Baş, süreçte sürekli evde olmaları nedeniyle sorun yaşayan eşler ve aileler için de önemli tavsiyelerde bulundu.
Koronavirüs salgını şuanda tüm dünyayı etkiledi. Her yaştan, her meslek grubundan insan fizyolojik ya da psikolojik olarak bu salgınla boğuşuyor. Bu süreç bizi nasıl etkiledi? Bu salgının psikolojik boyutunu nasıl tanımlarsınız?
Salgının hissiyat kısmı 3 temel duygu etrafında kategorize edebiliriz; Endişe, kaygı ve korku… Bazılarımız bunu daha çok endişe boyutunda yaşıyor; ‘virüs bize de bulaşır mı, dışarıya çıkmayayım, önlem alayım’ gibi… Bir de kaygı durumu var. Endişemizin bedensel boyutlara dönüşmüş hali… Bir şey hakkında kaygılandığınızda genelde bu kaygı gelecekteki bir tehdit olur. Kaygılandığınızda da daha bedensel durumlar yaşarsınız. Örneğin, yüzünüze bir anda ateş bastığını hissedersiniz, ellerinizin ayaklarınızın bir anda buz kestiğini hissedersiniz ya da iştahınız bir anda gider. Bu aslında bir kaygı halidir ve gelecekteki bir tehdit ile ilgilidir. Hepimizin şuanda virüs kapma gibi bir tehdidi var. Bu da ciddi anlamda bir kaygı oluşturabilir. Bir kısmımız bu süreci endişe halinde yaşıyor, bir kısmımız ise kaygı halinde yaşıyor. Sağlık çalışanlarının ise gelecekte değil direkt yakınlarında bir tehdit var. Virüs bulaşmış hastalarla temas halindeler. Dolayısıyla tehdit direkt gerçek boyutlarıyla karşılarında oldukları için onlardaki kaygının korkuya dönüşmesi ve daha üst seviyelerde olması çok daha muhtemel… Bu süreçte evde kalanlar bu durumu daha çok endişeli olarak yaşıyor. Ama hala mesaisi devam edenler, işe gitmek zorunda olanlar var. En çok etkilenen gruplarda şu günlerde işe gitmek zorunda olanlar, toplu taşımayı kullanmak zorunda olanlar, sokağa çıkmak durumunda olanlar… En uç boyutta da sağlık çalışanları… Bu durum, olayın travmatik boyutunu da arttırıyor. Çünkü bir şeyin travma sonrası stres bozukluğu olabilmesi için ölüm tehdidi ile sizin ya da yakınlarınızın birebir karşı karşıya kalması gerekir. Bu çok temel bir kriterdir. Hepimiz o tehdidi hissediyoruz ama belirli meslek gruplarında çalışanlar bunu daha yoğun bir şekilde hissediyor.
Bir de belirsizlik var bu süreçle ilgili şuan… Henüz net bir tedavi bulunmadı. Önümüzü göremiyoruz, ne kadar sürecek ne zaman bitecek, bilemiyoruz. Bu belirsizlik de psikolojimizi oldukça yıpratıyor. Bu noktada neler söylersiniz?
Ciddi anlamda bir belirsizlik var. İşte bu belirsizliğin direkt etki ettiği durumlardan biri de bizi çaresiz hissettirmek… Yani kontrolün bizde olmadığını hissediyoruz ve çoğu zaman endişemiz, kaygımız ve korkumuz da böyle belirsiz olan durumlarda gittikçe artıyor. Örneğin geçen güne kadar hangi illerde kaç vaka olduğunu bilmiyorduk. Belki vaka sayısının yüksek olduğu illerde yaşayanlar biraz daha endişelendi ama en azından herkes kendi bölgesiyle ilgili bir bilgi sahibi oldu. Böylece farkındalık artıyor ve bu durum kabulümüzü de arttırıyor. Çünkü yapacaklarımız netleşiyor, kendinizi daha donanımlı hale getiriyorsunuz. Aynı zamanda güvensizlik de var. Bu da olayın travmatik boyutlarda olmasına neden oluyor. Resmi kurumlara güvenemiyoruz, açıklanan sayılara güvenemiyoruz. Travmatik durumlar bizim dünyaya karşı olan temel inançlarımızı sarsar. Yani çoğu zaman dünyanın ve insanların güvenilir olduğunu düşünürüz ama böyle olaylar öyle sarsar ki yaşama ve diğer insanlara olan inançlarımızı, haliyle insanlara ve dünyaya güvenmemeye başlarsınız. Bu da karamsarlık ve bunalıma sürükleyebilir.
Bu süreç insanların psikolojisine nasıl etki ediyor?
Artık işyerimize gitmiyoruz, iş yerimizdeki arkadaşlarımızla görüşemiyoruz. Hatta insanlar işlerini kaybetti, kaybediyor. Planlarınızı kaybettiniz, kariyeriniz belki geride kaldı. Evlenecektiniz, belki evliliğinizi ertelediniz, ilişkiler çıkmaza girdi. Belki bir yakınınızı kaybettiniz. Aslında birçok kaybın olduğu bir sürecin içindeyiz. Kayıp dediğimiz şeyde; sadece bir kişinin ölmesiyle biz o yası yaşamıyoruz. Aslında daha soyut şeylerde var. Kayıpların olduğu durumlarda çaresizlik, öfke, suçluluk hissederiz. Şuanda da herkesi suçluyoruz, değil mi? ‘Sayılar doğru düzgün açıklanmıyor diyoruz, yeterli bakım yok, yeterli tesisat yok diyoruz, ya da yeterli ekonomik destek yok’ diyoruz. Çin’i suçluyoruz, Amerika’yı suçluyoruz. Yani bir suçlu arayışına giriyoruz. Bu da kayıp ya da yas yaşadığımız dönemlerde çok bariz durumlardan biri… Bunlardan sonra öfkemizi ifade ediyoruz, kaygılanıyoruz, üzülüyoruz, zaman zaman depresif hissediyoruz. Çünkü yapmak istediğimiz birçok şeyi de yapamıyoruz. Kısıtlanmış bir haldeyiz. Evin içine kapanmış haldeyiz.
Bu süreçten kaynaklı olarak oluşan kaygılarla nasıl başa çıkabiliriz? Tavsiyeleriniz nelerdir?
Burada normallik ve anormallik ayrımı çok güzel bir şekilde ön plana çıkıyor. Bahsettiğimiz duyguları hepimiz hissediyoruz ama insandan insana boyutları değişiyor. Aslında bu tarz travmatik yaşantıların, kayıpların olduğu dönemlerde şuana kadar konuştuğumuz duygular biraz daha normal olarak görebileceğimiz grupta… Yani hemen hemen dünyada insanlar genellikle böyle hisseder, böyle düşünür. Düşünün, dünyayı etkilemiş bir salgın var. Kaygılanmamak elde mi? Bu konuda endişelenmemek mümkün mü? Tabi bu süreçlerde bu duyguların yoğunluğu artıyor. Kaygılarınız, korkularınız sizin günlük hayatınızı yaşanmaz hale getiriyorsa, çevrenizi ve en başta sizi rahatsız edebiliyorsa işte o zaman dikkat edilmesi gerekir. Anormal durumlara ilerliyorsa o zaman insanların bunu kontrol altına alması gerekir. Onun haricinde şunları çok duyuyoruz; bu süreç bizi çok etkiliyor, çok kaygı hissediyoruz. Kaygımızdan nasıl kurtuluruz? Eğer kaygı normal sınırlar içerisindeyse zaten bunu yaşamamız gerekiyor. Hemen kurtulmamız gereken, hemen üzerimizden atmamız gereken bir şey değil, eğer anormal boyutlarda değilse… Aslında şuan kaygılandığımız için kaygılanıyoruz. Onu biraz kontrol altına almamız lazım. İnsanın her duyguyu yaşamaya ihtiyacı var. Bu dönemin duyguları da bunlar… Dolayısıyla bir süre bunları yaşayacağız ki arınacağız. Duyguyu yaşamadan arınamazsınız. Dengeyi kurmak çok önemli… Bir kayıp ve yas sürecindeyiz. Bunu bir terazi gibi düşünürsek; terazinin sol tarafında bu hissettiğimiz olumsuz duygular var, kaygılar üzüntüler öfkeler, suçluluklar var. Diğer tarafta da yeniden organize olma var. İşte bu yeniden organize olmayı başarabilirsek dengeyi sağlamış oluruz ve aslında kaygılarımızla endişelerimizle başa çıkıyor oluruz. Negatif duygularımızla şuanda içinde bulunduğumuz süreç arasında bir adaptasyon kurarsak zaten psikolojik sağlamlığımızı sağlamış oluyoruz.
Bu bağlamda şu an 2 farklı boyut var; adapte olanlar ve olamayanlar… Adapte olmakta zorluk çekenler için ne önerirsiniz? Yani bu sürece nasıl adapte olabiliriz?
Biz evrimsel açıdan bazı kavramları açıklarken, hep geriye götürürüz. Örneğin, tarih öncesi dönemlerde ilk insanların en büyük stres kaynağı yırtıcı hayvanlardı. Ancak avlanmak, dışarı çıkmak zorundalardı. Bu yırtıcılardan kaçarken mağaranıza sığınıyorsunuz, mağaraya hayvanlar giremiyor, haliyle korunaklı bir yer. Orada, dinleniyorsunuz, uyuyorsunuz, yemek yiyorsunuz. Aslında dinginleşiyorsunuz, stresinizi yatıştırıyorsunuz. Bugün mağarada yaşamıyoruz ya da yırtıcı hayvanlardan kaçmıyoruz ama virüsten kaçıyoruz, korkuyoruz. Yaşantılar farklı ama ihmal ettiğimiz şey; mağaramıza sığınmak… Yani yaşam alanımız, evimiz, evimizin içerisindeki insanlar… Yaşamımızın çoğunu dışarıda geçirmeye alışkın olduğumuz için ev içerisinde bazı şeylere kendimizi entegre etmemişiz. Evde bir şeyler yapmaya o kadar uzağız ki, böyle bir durumda çok bocaladık. Özellikle 65 yaş üstü kesim, sabah evden çıkar akşam eve gelirler. Genellikle evde bir yaşam alanları yoktur. Dolayısıyla o insanlara diyorsunuz ki ‘yaşamının olmadığı bir yerde yaşamak zorundasın’. Burada herkes için tavsiyem; kendi mağarasına kendini adapte etmesi gerekiyor. Uzun süredir yapmak istediğiniz şeyler vardır ama yapamamışsınızdır, evde ya da evle ilgili yapacaklarınız vardır vakit ayıramamışsınızdır. İşte tam zamanı! O mağarayı donatmanın, orada keyifli vakit geçirmenin tam zamanı! Çocuklarınıza, eşinize, ailenize, evinize, kendinize vakit ayırmanız için işte fırsat! Burayı donatırsak işte o adaptasyonu sağlamış oluruz.
İmkanı olanlar bunlarla stresini azaltabilir ama bu süreçte en çok yıprananlar; sağlık çalışanları, kamu çalışanları, işine gitmek zorunda olanlar yani sahada olmak mecburiyetinde olanlar… Bu kitleler salgınla sürekli burun buruna… Onların psikolojisinin daha dirayetli olması için ne önerirsiniz?
Benim sağlık çalışanlarına ya da sahada çalışanlara tavsiyem şu; bazı değiştiremediğimiz şeyler var, bizim elimizde olmayan şeyler bunlar. Biz bunu kabul etmediğimiz sürece sürekli o psikolojik rahatsızlığı yaşarız. Örneğin; siz bir çalışanısınız, sürekli sistemin yaptığı uygulamalara takılırsanız ya da sürekli içinde bulunduğunuz durumun olumsuzluklarına takılır bunu kabul etmezseniz sizin için hayat çok daha karamsar boyutlarda olur, tükenmişliği çok daha yoğun yaşarsınız. Örneğin; hastanede çalışıyorsunuz birimi bir yerden diğerine taşıdılar, yöneticilerin de ne söylediği belli değil. Bunlara odaklanırsanız tükenmişliği daha çok hissederim. Ama bu süreçte bunların yaşanabileceğini, bu karmaşanın olabileceğini, düzensizliğin olabileceğini, bir süre ailemizden ayrı kalabileceğimizi kabul edersek, gerçekleri daha esnek kabul edersek kendimizi daha rahat hissederiz. Aslında kendimizi daha korumaya almış oluruz. Elimizde olmayan, değiştiremeyeceğimiz durumları kabul edelim ve içinde bulunduğumuz sürece daha esnek yaklaşalım. Çünkü o kabul gelmezse, esnek olmazsanız daha çok kırılırsınız, her şey size zarar verir. Siz olaya ne kadar esnek yaklaşmaya çalışırsanız, bunun bir süreç olduğunu bilerek çalışmaya devam ederseniz ya da karşınıza çıkacak olumsuzluklara karşı kendinizi hazır kılarsanız, olayların kişilerin sizi üzmesi daha minimal düzeyde olacaktır. O yüzden ‘kabul’ önemli bir nokta…
Türk Psikologlar Derneği olarak sizin bu gruplara yönelik bu süreç için bir destek çalışmanız var mı ya da olacak mı?
Tabi ki, sağlık çalışanları, sahada çalışanlar daha zor bir durumdalar ve hepimizin sahip olduğu sosyal destek kaynaklarından daha mahrum kalıyorlar. Onlar için, Türk Psikologlar Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Türkiye Psikiyatri Hemşireleri Derneği, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği, Türk Psikolojik Rehberlik ve Danışmanlık Derneği, Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği’nin içinde yer aldığı Türkiye genelinde bir çalışma başlatıyoruz. Bir psiko-sosyal destek ağı kurduk, özellikle sağlık çalışanları ve onların yakınları, koronavirüsten etkilenen vatandaşlara yönelik… Onlar için uzaktan, profesyonel olarak psikolojik destek sağlayacağız. Şuanda hazırlık aşamasında bir çalışma, önümüzdeki haftalarda faaliyete geçirilmesini planlıyoruz. Sağlık Bakanlığı ile eş güdümlü olarak Ulusal Pandemi Planı içerisinde bir çalışma olacak. Bu çalışmayla, özellikle sağlık çalışanlarına daha çok bireysel terapi bazında bir destek sağlamayı hedefliyoruz. Örneğin İzmir bölgesinde çalışanlar bu bölgeden gelen başvurularla ilgilenecek. Başvuruları aldığımız bir hat olacak, ihtiyaç tespiti yapılacak ve o tespite göre birkaç aşamalı bir model olacak. Yani herkes direkt psiko-terapiye yönlendirilmeyecek, bilgilendirmenin de yeterli olduğu durumlar olabilir, bilgilendirmenin ötesinde bir yardıma ihtiyaç varsa onlar direkt uzman arkadaşlara birebir yönlendirilecek. İlk etapta sağlık çalışanları ve onların yakınları öncelik olacak. Ancak ailesinde Covid-19 olan birisi varsa bunlar da öncelik olabilir. Gönüllü kapasitemizin artışına bağlı olarak etki alanımızı genişleteceğiz.
Şu süreçte aile içi geçimsizlik, eşler arasında tartışma gibi durumlar artış gösteriyor. Bu noktada eşlere ve ailelere tavsiyeleriniz neler?
Esneklik ve kabul burada da devreye giriyor. Şöyle ki; siz evdesiniz gerginsiniz, eşiniz evde gergin… Ama siz onun gerginliğini anlamazsanız ya da o sizinkini anlamazsa haliyle çatışmanın olması kaçınılmaz. Karşınızdakine hak vermek zorunda değilsiniz ama birbirinizi anlamaya çalışmalısınız. Onun da gergin olduğunu, onun da şuan sıkıntılı olduğunu anlamak için çabalayabilirsiniz. Mesela uzun saatler evde mesai yapıyorsunuz, eşlerin buna da çok dikkat etmesi lazım. Yani örneğin akşam 10’da 11’de hala işinizle ilgili bir şey yapıyorsanız haliyle eşinizle olan paylaşımınız azalacak. Dolayısıyla o gergin atmosfer devam edecek. Mesela; fotoğraf albümlerini açıp eskilere dönebilirsiniz. Biz bunu terapilerde de eşlere çok tavsiye ederiz. En mutlu günlere götürürüz, eskilere götürürüz. Bu çok basit bir uygulamadır ama o gergin atmosferi dağıtır, daha pozitif duygular uyandırır. Yani geçmişten biraz psikolojik destek alabiliriz bu gibi durumlarda… Geçmişin mutlu anılarından beslenebilirsiniz. Eşler evdeyken daha çok sosyal medyayla ilgilenebiliyor, bu konuda suçlayıcı olmadan hatırlatmalar yapabiliriz. ‘Elinden telefon düşmüyor’ gibi bir çıkış değil de, telefon paylaşımını biraz daha kısıtlamasına dair daha kibar ve uygun bir üslupla söylerseniz o da dikkat edecektir. Aslında burada paylaşımı arttırmak temel şey…
Bu süreç herkesi etkilediği gibi çocukları da etkiliyor. Şuan uzaktan eğitim alıyorlar, parka ya da sokağa çıkamıyorlar, arkadaşlarıyla görüşemiyorlar ve bu sebeplerden kaynaklı olarak ebeveynlerle daha çok problem yaşayabiliyorlar. Bu kapsamda ebeveynlere ne önerirsiniz? Ebeveynler bu sürede çocuklarına nasıl yaklaşmalı, nasıl iletişim kurmalılar? Nelere dikkat etmeliler?
Burada aileler şunu kaçırıyor; ‘hayır’ diyoruz ama açıklamayı yapmıyoruz ya da sert bir şekilde yapıyoruz. Mesela, çocuk dışarı çıkmak istiyor. ‘Hayır dışarıda virüs var, hayır dışarıya çıkamazsın’ deyip kestirip atabiliyor ebeveynler… Çocuğa mutlaka açıklama yapılmalı… Eğer çocuk oyun öncesi çağındaysa bu salgın sürecini ona masalsı bir şekilde ya da oyun yöntemiyle anlatırsanız açıklamaya çok gerek kalmayabilir. Ama okul çağındaysa bunun nedenini çok net bir şekilde açıklamanız lazım. Çünkü, sizin düşündüğünüzden çok daha fazla anlayabilirler. Yani dürüst ve gerçekçi olmak hayat kurtarır. Evin içinde yapılabilecek aktivitelere yönlendirebilirler. Çocukların rutinlerini sabit tutmak çok önemli, özellikle okul grubundaki çocuklar için… Uyku saatlerinin düzenli olması, uzaktan eğitimle derslerini TV’den takip edenler için okula giderken nasıl hazırlanıyorsa tıpkı ya da kısmen aynı hazırlığın evde de yapılması önemli… Yani formaliteden koltuğa uzanalım TV’yi izleyelim şeklinde değil de, kaleminin defterinin hazır tutulması disiplinin sağlanması önemli… Yani okuldaki ciddiyetin sağlanması önemli bir durum.
Tüm dünyanın gündemi şuan koronavirüs ve dolayısıyla salgınla ilgili her gün medyada ve sosyal medyada yüzlerce haber yer alıyor. Sürekli haberleri okumalı, sosyal medyayı takip etmeli miyiz? Ya da uzak mı durmalıyız? Bu konularda önerileriniz neler?
Aslında, sürekli medyayla veya sosyal medyayla meşgul olanlar bahsettiğim terazinin sol tarafını ağırlaştırıyor, yani negatif duyguları… Bu süreçle ilgili bilgi toplamak bizi aslında daha çok tetikliyor. Bunu önermiyoruz. Bilgi alın ama örneğin sabah ve akşam birkaç dakika haberleri izleyin. Gün içerisinde medyada ve sosyal medyada sürekli olarak bu haberleri takip ettiğimizde kendimizi olumsuz uyaranlara maruz bırakmış oluyoruz. Haliyle otomatikman kendinizi olumsuz hissedeceksiniz. Bu, kendimizi tetikleyici uyaranlara maruz bırakmak oluyor. Bunlara maruz kaldıkça daha çok yıpranıyorsunuz. Bazı insanlar bunlara maruz kaldıkça duruma alıştığını hissedebilir, kişisel farklılıklar olabilir ama genel olarak altını çizdiğimiz şey; bilgiye çok fazla maruz kalmak iyi bir şey değil. Yeteri kadar bilgilenme daha iyi olacaktır. Yani, haber takibini sınırlandırmak lazım…
|
|
Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |